23 Temmuz 2018 Pazartesi

olmamışlık ve kendini kandırma üzerine





yarım saattir boş sayfaya bakıyorum. yarım saattir boş sayfaya bir şeyler anlatıyorum. içimden. benim en kısa ve en çok kullandığım cümlem bu. ben ne yaparsam içimden yapıyorum. sanki alacaklarımın vereceklerimin çetelesini tutuyorum. neyden korkuyorum ki; neden yazamayayım. ama iste öyle önemsiyorum ki kendimi; sanki ben buraya bir şeyler yazsam sanki kendimi anlatsam yok olacağım. sanki tüm o insanlar üstüme çullanıp beni mahvedecekler, sanki etimi koparıp atacaklar. öyle. ki işin ilginç kısmı içimde olduğunu düşündüğüm tüm bu kasırgaların belki de ufacık bir meltem bile olmayacak. şu an sokakta kağıt toplayan bir çocuktan daha mı büyük mesela dertlerim? sanmam. cümleleri büyük harfle başlatamayacağımız kadar küçük. 


anlatsam ne değişecek hem diyorum kendime. hikaye anlatmaya bayılıyorum, başkalarını dinlemeye de öyle. hatta bu yaşımda hikayelerle  uyutulmaya bile bayılıyorum. hala. ama iş kendi hikayelerimi anlatmaya gelince olmayan mızıkçılığım tutuyor. bir türlü dile gelmiyor keman. acımı dökemiyorum, zehri akıtmak benim için hiçbir zaman mümkün olmadı. ben onunla yaşamayı öğrenmeye çalışıyorum, belki bir gün başarırım da bilmiyorum ama şu an için en azından ayık kafayla içimdeki tüm o kasırgadan bahsetmek mümkün gözükmüyor. 

kendimi aynı anda hem çok önemsediğimi hem de hiç önemsemediğimi iddia ediyorum. ki bu da bambaşka bir sorun. tutarlı değilim. hem de hiç. ve belki de en azından bu yüzden içimi dinlememeniz daha doğru. bunu size yapamam. 

en son ne zaman böyle oldu diye düşünüyorum sık sık. kafamı ne zamandır bu yosunlu ve çamurlu suyun içinde tutuyorum acaba? ne zamandır anathema dinlerken aklıma sadece ve sadece olmamışlıklarım geliyor? ne zamandır olan şeylerin günahındansa olmamışlıkların mutlak değerlerine üzülür oldum? en son ne zaman birine 'benim canım yanıyor.' diyebildim. o kadar uzun zaman olmuş ki sanki; o anıları sisli ve puslu bir camın arkasından hatırlayabiliyorum. 

şu an neden böyle hissettiğimle ilgili de çok bir şey hatırlıyor değilim. beni bu suyun içine ne itti bilmiyorum mesela. madalyon ne zaman ters döndü, bilmiyorum. masalda sürekli uyuyan prenses gibiyim ama işin kötüsü benim hep 


ergenliğimin asla bitmediğini düşünüyorum bazen. bu gayya kuyusundan asla çıkamayacağımı, asla ve hiçbir zaman o hep istediğim huzurlu hayata kavuşamayacağımı düşünüyorum. bir şeyler olacak sürekli ve belli ki ben bu şeylere ayak uyduramıyorum. ayak uyduracak durumda değilim. belli ki hiçbir zaman da ayak uyduramayacağım. ama böyle olmaması lazımdı. en azından şu an içinde bulunduğum yaş itibariyle böyle olmaması lazımdı.

neyse ki yazmak var. yazı hariç yazı hariiç. yazı hariç. belki paylaşmam kimseyle, belki kimse okumaz ama içte çürütmekten bir nebze de olsa iyidir. beni dinleyen son insan da gideli çok oldu. dinlenilesi biri de değilim belli ki. ama kağıtların ya da bilgisayar ekranlarının bununla bir derdi yok en azından. onlardan saklanmama gerek yok. yazarken, ne kadar saçma sapan şeylerden bahsederken ,kafamı o iğrenç suyun içine sokup çıkarırken bile o benimle. tanrı sümerlileri, sümerliler bizi korusun.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

iki kabus.

bir. elli yaşındayım. otuzlarımın başında, sırf  yalnız kalmamak için makul bulduğum bir adamla evlenmişim. adam kel ve göbekli ama benim se...