23 Temmuz 2018 Pazartesi

tecrübe acıyı yenebilir mi?






Ben hiç kimseyi acılarımdan çok sevmedim. Herkes gider acılarım kalır sandım kiraz ağacı. Madem yalnızca acılarım kalacak en başından onları savunmak daha doğru gibi geldi.



Aylar önce “Beni bu hale getiren kimseye de kızmıyorum; olaylara da kızgın değilim.” diyen arkadaşıma aptal demiştim ben. “Senin hiç mi kendine saygın yok, insan duygularını yok sayar mı? Aptalsın sen, aptal.”
Şimdi.

Şimdi istediğim oldu. Ama şeklini aldığım kabı da sevmiyorum. Acılarımla beraber huzursuzluğumu da mı sahiplendim acaba? Kurtulamıyorum ondan. Her yeni bir şey  söyleme özleminde onu da yanımda sürüklüyorum.

Huzursuzluk aynılık getiriyor. Her şey aynı, her kelime aynı ve yapış yapış. Yeni bir şey söylemek mümkün değil benim için. Aynı aptalca şeyler dönüp duruyor kafamda. 


Şunu demek istiyorum kiraz ağacı; ben hiçbir zaman tecrübelerime güvenmedim… Tecrübe kazanmak istemedim belki de; yalnızca ve yalnızca düşünmeden yaşamak istedim. Bu yüzden ardına dönüp o masum gülüşü yüzlerine yerleştiren şükreden insanlardan olamıyorum. Ne kadar çabalarsam çabalayayım olamıyor bu. Olmasın da zaten.

Tecrübe, insanı yeni hatalardan korur mu? 
Ben buna inanmıyorum. Çünkü insan acizdir; o elmayı yemek Dünya'yı seçmek değildir yalnızca. Hata yapmayı, tecrübeleri yok saymayı ve düşünmeden yaşamayı seçmektir. Ben tastamam bir insanım kiraz ağacı. Benim tecrübeye ihtiyacım yok; acılarımı ise en büyük hazinem yapacağım.

olmamışlık ve kendini kandırma üzerine





yarım saattir boş sayfaya bakıyorum. yarım saattir boş sayfaya bir şeyler anlatıyorum. içimden. benim en kısa ve en çok kullandığım cümlem bu. ben ne yaparsam içimden yapıyorum. sanki alacaklarımın vereceklerimin çetelesini tutuyorum. neyden korkuyorum ki; neden yazamayayım. ama iste öyle önemsiyorum ki kendimi; sanki ben buraya bir şeyler yazsam sanki kendimi anlatsam yok olacağım. sanki tüm o insanlar üstüme çullanıp beni mahvedecekler, sanki etimi koparıp atacaklar. öyle. ki işin ilginç kısmı içimde olduğunu düşündüğüm tüm bu kasırgaların belki de ufacık bir meltem bile olmayacak. şu an sokakta kağıt toplayan bir çocuktan daha mı büyük mesela dertlerim? sanmam. cümleleri büyük harfle başlatamayacağımız kadar küçük. 


anlatsam ne değişecek hem diyorum kendime. hikaye anlatmaya bayılıyorum, başkalarını dinlemeye de öyle. hatta bu yaşımda hikayelerle  uyutulmaya bile bayılıyorum. hala. ama iş kendi hikayelerimi anlatmaya gelince olmayan mızıkçılığım tutuyor. bir türlü dile gelmiyor keman. acımı dökemiyorum, zehri akıtmak benim için hiçbir zaman mümkün olmadı. ben onunla yaşamayı öğrenmeye çalışıyorum, belki bir gün başarırım da bilmiyorum ama şu an için en azından ayık kafayla içimdeki tüm o kasırgadan bahsetmek mümkün gözükmüyor. 

kendimi aynı anda hem çok önemsediğimi hem de hiç önemsemediğimi iddia ediyorum. ki bu da bambaşka bir sorun. tutarlı değilim. hem de hiç. ve belki de en azından bu yüzden içimi dinlememeniz daha doğru. bunu size yapamam. 

en son ne zaman böyle oldu diye düşünüyorum sık sık. kafamı ne zamandır bu yosunlu ve çamurlu suyun içinde tutuyorum acaba? ne zamandır anathema dinlerken aklıma sadece ve sadece olmamışlıklarım geliyor? ne zamandır olan şeylerin günahındansa olmamışlıkların mutlak değerlerine üzülür oldum? en son ne zaman birine 'benim canım yanıyor.' diyebildim. o kadar uzun zaman olmuş ki sanki; o anıları sisli ve puslu bir camın arkasından hatırlayabiliyorum. 

şu an neden böyle hissettiğimle ilgili de çok bir şey hatırlıyor değilim. beni bu suyun içine ne itti bilmiyorum mesela. madalyon ne zaman ters döndü, bilmiyorum. masalda sürekli uyuyan prenses gibiyim ama işin kötüsü benim hep 


ergenliğimin asla bitmediğini düşünüyorum bazen. bu gayya kuyusundan asla çıkamayacağımı, asla ve hiçbir zaman o hep istediğim huzurlu hayata kavuşamayacağımı düşünüyorum. bir şeyler olacak sürekli ve belli ki ben bu şeylere ayak uyduramıyorum. ayak uyduracak durumda değilim. belli ki hiçbir zaman da ayak uyduramayacağım. ama böyle olmaması lazımdı. en azından şu an içinde bulunduğum yaş itibariyle böyle olmaması lazımdı.

neyse ki yazmak var. yazı hariç yazı hariiç. yazı hariç. belki paylaşmam kimseyle, belki kimse okumaz ama içte çürütmekten bir nebze de olsa iyidir. beni dinleyen son insan da gideli çok oldu. dinlenilesi biri de değilim belli ki. ama kağıtların ya da bilgisayar ekranlarının bununla bir derdi yok en azından. onlardan saklanmama gerek yok. yazarken, ne kadar saçma sapan şeylerden bahsederken ,kafamı o iğrenç suyun içine sokup çıkarırken bile o benimle. tanrı sümerlileri, sümerliler bizi korusun.


sevgili kiraz ağacım.








Sevgili kiraz ağacım,



Melisa çayım yanımda, sen karşımda, yıldızlı bir gökse tam üstümde. Acemi ve çaresizce oturuyorum balkonda. Yıldızlardan başka her şeyi düşünüyorum. Oysa hepimiz biliriz ki yıldızların altındayken yalnızca yıldızları düşünmek gerekir. Hayır, aslında hepimiz bilmiyoruz değil mi? Sen, ben bir de Barış Bıçakçı işte. Bu kadarız. Üç kişi. Üçümüz de acemi. Üçümüz de çaresiziz belki de. Gerçi yanıma yoldaş arıyorum belki de ben. Çünkü senin kirazların da çiçeklerin de acemi olamayacağın güzel o ise çaresiz olamayacak kadar güzel yazıyor.

Ben yine ortada kaldım. Ben ne yapıyorum? Ne yapıyorum ben şu güzelim yaz gecelerini düşüncelerimle kirletmekten, hüzne boyamaktan; dert yanmam bu sefer deyip her seferinde dert yanmaktan başka? Ben söyleyeyim hiçbir şey.

Oysa insana o kadar az denk gelir ki senin gibi bir kiraz ağacı ile rastlaşmak. Ay ışığında parıldayan yaprakların ve Güneşle parlayan kirazların var.

Şehrin en güzel kirazları.
Kimi ekşi bulur yemez; oysa ben şahidim çabana. Öyle olsunlar istemezdin sen… Elinden gelse ballar koymak isterdin içine ama hay aksi. Kirazların ekşi; ekşi kirazları da yiyebilecek diller, damaklar arıyorlar. Bulamazlarsa da sorun yok. Kuşlar yer, börtü böcek yer; yere dökülür toprağa can olur.

Canım kiraz ağacı, yine ne anlatıyorum. Güya burada sitem etmeyecektim. Dert yanmayacaktım sana. Hayat nasıl gelişi güzelse nasıl hayatsa öyle yazacaktım ben de sana. Ama işte görüyorsun. Olmuyor. İçim mi uluk, kokuşmuş acaba benim diye düşünüyorum bazen? Ya da çok mu önemsiyorum kendimi?

En sevdiğim oyun hala saklambaç.
 Kim sobeleyecek beni kiraz ağacım? Akşam ezanı okundu herkes dağıldı, evine döndü. Şair o soruyu sordu tabi: “Neden eve dönmekten ibarettir hayat?”

Kiraz ağacım; seni tebrik ederim. Bombozkırın ortasında çiçek açmak kolay iş değil. Hem de hiç değil. Gelsinler görsünler bu kahverenginin bu tozun dumanın içinde nasıl da açtın apak ve nasıl da yetişkin kan kırmızı. Ben bilirim. Bana sorsunlar.


Ben bilirim bozkırda yetişmez hiç iyi bir şey. Sevgi de yetişmez; merhamet de. İyi adına aklına ne geliyorsa kurur burada. Kurumadı diyelim bir kuraklık gelir; alır insan boyunun ölçüsünü. Aşık mı oldu? Terk edileceksin. Kinyas mısın? Kardeşin ölecek. Kitabını alacak üniformalılar. Elinde yalnızca bir öykü kalacak. Birilerini mi seviyorsun, arkadaşların mı var? Bozkırın rüzgarı alıp uçuracak hepsini. Acemi ve çaresiz hissedeceksin yıldızların altında. Bir kiraz ağacı değilsen eğer.

iki kabus.

bir. elli yaşındayım. otuzlarımın başında, sırf  yalnız kalmamak için makul bulduğum bir adamla evlenmişim. adam kel ve göbekli ama benim se...