22 Ocak 2018 Pazartesi

Rapunzel'in Vedası



"Korkma! Korku ruhu kemirir. Aşağı bakma, aşağı bakma,aşağı bakma... Korkarsın aşağı bakarsan. Birazdan özgür olacaksın. Ruhunu özgür bırakacaksın. Kuş misali hafifleyeceksin.  Her şey güzelecek az sonra. Dünya'nın yükünü kendinden kendi yükünü başkalarından alacaksın. Kimseyi ardında bırakmıyorsun, onlar da yanına gelecekler; sen gidenlerin yanına gidiyorsun sadece. Belki üzülecekler ama anlayacaklar seni; anlamasalar bile umurunda olmasın. Sen yapman gerekeni yapacaksın; eninde sonunda olması gerekeni. Korkma!"

Son kez baktı Kule'deki odasına, yanıma geldi beni öptü. "Hoşça kal; buralar sana emanet." dedi. Pencereyi açtı. Rüzgar tenini yalayınca gülümsedi eski alışkanlığıyla. Yavaşça maskesini çıkardı yüzünden, zorlanarak da olsa çıktı pervaza; tüm yaşanılanları düşündü orada. Binlerce şey geçirdi içinden. Beni düşünürken gülümsedi belki de. Sonra havaya bir adım attı ama biliyorsunuz gökyüzünde yürüyemez insanlar. Attığı adımı hayat bilgisi dersinde öğrendiği bir kural devam ettirdi: yer çekimi.

Öyle güzeldi ki düşüşü; hiçbir şey hissetmedi. Ne narin bedeni ne de ince ruhu acı çekti. Ölümün en büyük özgürlük olduğunu söyleyen o şaire selam olsun şimdi. İnsanın uçamaması ne hoş değil mi, istediği zaman ölebiliyor.

***
İyi bir anlatıcı değilim. Kimse bir oyuncak ayıdan iyi bir anlatıcı olmasını beklemesin. Bilmiyorum belki de anlatmak saçmadır; ki burada olsaydı o da böyle düşünürdü. "Bizi hatırlayan son şey de öldüğünde hikayemiz de bizimle birlikte yok olacak, yitip gideceğiz." derdi. "Sadece hikayemizi dinlemiş olanların zamanlarını çalmakla yetineceğiz."
Toby duramaz  karşı çıkardı bu fikre. "Yitip gitmeyeceğiz; Bayan Black'in dediği gibi yıldız olacağız..." İşte o zaman sinirlenirdi Rapunzel "Bayan Black bağnazın biri sen de saçma bir romantizmin, aptallığın içindesin Toby! Gömülen bir şeyin yıldız olması kadar büyük bir aptallık hem de. Yıldızlar insanların ruhlarından değil; çarpışmalardan adını bilmediğim ama  Luna'nın sürekli izlediği belgesellerdeki şeylerden oluşur." Toby başını eğer "Haklısın, okula gitsek bilirdik belki..." derdi. İşte o zaman susardı ikisi. Kim bilir ne düşünürlerdi, ne geçerdi yüreklerinden;  yatağın bir ucundan onları izlerken içlerinden geçen hayalleri düşünürdüm; onlar bu Kule'ye hapisti.

On bir buçuk yaşındaydı ona hediye edildiğimde. Babası iyi gelen karnesinden sonra  bez bebekler, legolar, oyuncak trenlerle dolu olan bir dükkandan almıştı beni. Okulun son günüydü; beni ilk gördüğündeki halini şimdi bile hatırlıyorum; içi gülüyordu gözlerinin ve kulağıma "Söz veriyorum seni hiç bırakmayacağım, en sevdiğim oyuncağım olacaksın." diye fısıldamıştı. Aramızda kalsın öyle de oldu.

Bir şöleni bekler gibi beklerdim eve dönüşünü çünkü bir şölen gibi yapardı ne yaparsa.  Üstünü başını değiştirir, annesinin önüne koyduğu sütle keki yer; ödevlerini büyük bir özenle yapar sonra da yatana dek benimle oynar, bana gününü anlatırdı Rapunzel. Tüm gün sınıfta, kantinde bahçede neler oldu, kimler uslu kimler yaramaz durdu, o gün derste neler anlattı öğretmen...  Her şeyi, her şeyi anlatırdı.

Bir gün eve sevinçle gelip sınıf başkanı olduğundan bahsetmişti. Onu tahtanın önünde bir yandan sınıfın düzenini sağlamaya, konuşan çocukları yazmaya çalışırken bir yandan da uzun, sırma saçlarını eliyle düzeltirken hayal ederdim. Ona Rapunzel demem boşuna değildi.  Ben oyuncak ömrümde böyle güzel saç görmemişimdir. Hele annesi iki yandan ördü mü saçlarını... Bırakın sınıfı, evrenin en güzel kızı oluverirdi.

On dört buçuk  yaşındaydı; artık liseye gidiyordu.  Benimle oynadığı zamanlar azalmış, dertleştiği zamanlar çoğalmıştı. En yakın dostu bendim, bir de elinden düşürmediği kitapları...  İnsanlar yerine sanattan, felsefeden, şiirden konuşuyorduk artık.  Daha doğrusu o ağzından bal akarmışçasına anlatıyor ben de o balın tadına hayran olan bir ayıcık olarak onu dinliyordum. Rönesans ile ilgili okumalar yapmayı seviyor, Barok dönem müziklerini dinliyordu.

Güz günlerinden birinde yataktan çıkamayacak kadar yorgun olduğunu söyledi annesine; iştahı da kesilmişti son günlerde, soluk görünüyordu hiç olmadığı kadar. Annesi bilmiyordu tehtid olarak söylediği "Doktora gidelim o zaman küçük hanım." lafının ne ağır anlamlar taşıyacağını... Bir anne olarak ne denli büyük bir yükün altında kalacağını bilmiyordu.

Doktoru önce annesini sonra yetmeyince Rapunzel'in sırtını dinledi o da yetmedi bir sürü test yaptırdı sonra büyük "Hmm"lar çekerek onu daha yaşlı ve daha büyük gözlük takan başka bir doktora yönlendirdi. Daha yaşlı ve daha büyük gözlük takan doktorsa daha büyük "Hmm"lardan sonra "Sizi bir müddet burada tutalım." demişti. Üç kelime daha eklemişti sonradan cümlesine. "Sanırım kızınız lösemi." Sorsak hala kızar biliyor musunuz; ona değil de annesine söylediği için teşhisi. Ellerini göğsünde kavuşturup "Yahu hasta olan benim be adam annem değil, benim duymaya hakkım yok mu?" der.

Bir şeyleri sahiplenmekte ondan ustasını görmedim. Bu durumu bile bir oyuncak sahiplenir gibi sahiplenmişti. Her şey normaldi ona göre. Bu yaşananlar, bu olanlar olması gereken şeylerdi. Sanki bu Dünya'ya kan kanseri olmak için gelmiş gibi, bu onun için olmazsa olmaz bir şeymiş gibi davranıyordu. Anlıyor musunuz? Rol mü yapıyordu yoksa kanser denen bu mereti bu kadar çok mu seviyordu hiçbir zaman bilemeyeceğiz.

Sonra... Sonrası malum ve bir sürü tatsız olaylar silsilesi... Birkaç haftalık müşahede aylara hatta yıllara çıktı. Hastanede büyüdü Rapunzel. Kot farkı yüzünden diğer servislerden ayrı duran ve en üst katta bulunan onkoloji  servisine "Kule" diyorlardı arkadaşlarıyla. Beni bir kez olsun  ayırmıyordu yanından. İlk kemoterapisinde de yanındaydım bu yüzden saçlarını tıraş etmek zorunda kalışında da. Şimdi bile çok iyi hatırlıyorum o günü; bıraksak ağlayacak diye düşünüp "Berber Partisi" diye bir şey uydurmuştuk serviste. Ve yenmesi yasak olan ne varsa yemiştik. Cips, kola ve hatta annesi duymasın ama Toby'nin gizlice içeri sokup güzel bir şiir eşliğinde Rapunzel'e sunduğu, karşılığında da bir öpücük aldığı şarap... Hakkını yemeyelim Bayan Black düşünmüştü bunu. Kan alamayan hemşireden dert yandıktan hemen sonra "Zor bir durum bilirim, üzüldüğünü de söylemez o yavrum; bir eğlence düzenlemeli." demişti.

Bir süre iyileşir gibi olmuştu Rapunzel; vücudu düzelir sanmıştık. Her şey iyiye gidiyor sanmıştık ama öyle olmadı. Hatta daha kötü oldu her şey. Ateşlendi, kustu tekrar döndü Kule'ye. Eski bir dostla karşılaşmış gibi karşıladı bunu. "Biliyorum beni özlediniz." diyerek girdi servisin kapısından. Tek tek selamladı herkesi; öptü. Ne garip herkes biraz üzgün biraz mutluydu o döndüğünde. Üzgünlerdi çünkü kendilerinin de eve dönme umudunu taşıyordu Rapunzel; o iyileştiyse onlar da iyileşebilirdi. Mutlulardı çünkü vakit geçirecek dostları yanlarına dönmüştü.

Soğuğun artık üşütmeyip yakmaya başladığı bir nokta vardır, bilir misiniz? İşte o noktadaydı şimdi Rapunzel. Umudu canını yakıyordu, çekilmesi gereken acıları vardı; gülümsemekten yanakları acıyordu artık. Ama o mutluluk inadına tutulmuştu. Göstermekten imtina ediyordu hüznünü. "Hastalığımla yeterince meşguller bir de benimle uğraşamazlar."  diye düşünüyor olmalıydı. Kimseye açmıyordu içini; sevgilisi Toby'e, annesine hatta bana bile. Bazen uzaklara dalarken yakladığım gözlerinden okurdum; okulu bırakmak zorunda kalışının, eninde sonunda gelecek olan ölümün ona bu kadar acı vermesi düşüncesinin, istediği zaman dışarı çıkamayışının ve 'neden onca insan arasında ben' isyanının hüznünü.

On altı yaşında kan kanseri bir genç kızsanız ve sizi tedavi eden şeyler bile canınızı yakıyorsa diğer insanların mantıklı bulduğu kararları vermeyebilirsiniz. Yaşamak istemeyebilirsiniz. Her şeyi ardınızda bırakacak kadar cesur olabilirsiniz; on yıl boyunca hastanede kalıp bir gün verandasında oturacağınız bir ev hayali kurmazsınız mesela. On altı yaşında bir genç kızsanız; sokakları merak edersiniz; barları, cafeleri, yaşıtlarınızın ne yaptığını, üniversitenin nasıl bir yer olduğunu merak edersiniz. Bu merakın motivasyonuyla yaparsınız ne yaparsanız. Kanser sadece vücudun kanseri değildir bu yüzden. İnsanın motivasyonuna da bulaşır; ruhunda gezer. Yer, bitirir insanı.

On altı yaşında ilik kanseri bir genç kızdı Rapunzel. Ve yaşamak isteğini de tıraş etmişti saçlarıyla birlikte. O yüzden pencereye doğru o ilk adımı attığında kendinden hiç olmadığı kadar emindi. Herkesin onu çok özleyeceğinden, annesinin ne kadar üzüleceğinden, Toby'nin kendini suçlayacağından emindi. Ama bunu yapmak zorunda hissediyordu kendini; umudun yorgunluğu altında ezilmemek için yapmalıydı bunu.

Önce kimsenin olmadığı bir anı kolladı sonra annesine ve babasına bir not yazdı; son kez baktı odasına. Yanıma geldi beni öptü ve "Hoşça kal; buralar sana emanet." dedi.  Ötesini biliyorsunuz. Tekrarın lüzumu yok; iyi bir anlatıcı olmadığımı söylemiştim. Ama bu hikayenin anlatılması gerekiyordu kanaatimce. O benim en iyi arkadaşımdı, yaşatabildiğim kadar yaşatmak benim görevimdi belki de; hayattayken yapamadıysam da ölünce yapmak istedim. Sizler onun hikayesini unutana dek bari yaşasın istedim.





Rapunzel'in Cenaze Marşı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

iki kabus.

bir. elli yaşındayım. otuzlarımın başında, sırf  yalnız kalmamak için makul bulduğum bir adamla evlenmişim. adam kel ve göbekli ama benim se...