10 Ocak 2018 Çarşamba

Bilge Hayatta Kalıyor.



Hayatta kalmanın zor olduğu bir çarşamba. Tıpkı diğer çarşambalar gibi, tıpkı diğer aynı kaba damlayan günler gibi…
İki kuruş daha kazanabilmek için mesaiye kaldı bugün Bilge. O bir beyaz yakalı. Kariyer yapmak için patronuna yalakalık yapmalı, boş vakitlerini ev yapımı ve organik besinler aramakla geçirmeli ve eğer arkadaş bulmak istiyorsa plazanın terasında sigara içerek dedikodu yapmalı. Ama hayır, hiçbirini yapmıyor. En yüksek karı getirdiği için bir türlü kovulamayan baş belası eleman, boş vakitlerini sahafları gezerek değerlendiriyor ve kitap okumak onu öksürtmediği için çok mutlu.
Mesainin son dakikaları; saçını toplamak için kullandığı kalemi çekiyor tek hareketle, siyah ve yorgun saçları omuzlarına dökülüyor. Masasına şöyle bir göz gezdirip çantasını topluyor. Bilgisayarını kapatıp yorgun adımlarla herkese iyi akşamlar dileyerek çıkıyor binadan.
Yağmurun yağdığını görüp seviniyor. Geçen sene yağmurda buğulanıyor diye gözlüklerini atıp lens aldı. Kimseye buna denk bir fedakarlık yapmam diye düşünüyor ellerini istemsizce havaya kaldırırken.
Yetmiyor, başını da kaldırıyor. Değen her damla ruhunu yeşertiyor sanki. Yürümeye başlıyor sonra insanların, elektrik direklerinin, kedilerin, köpeklerin arasından geçiyor. Refleks olarak durduruyor onu bacakları. Vücuduna şaşırıyor çünkü ruhuna kalsa yağmur dinene dek yürürdü. Otobüsü durağın dışında beklediğini söylememe lüzum yok sanırım.
İki şarkı dinlemelik vakitte geliyor otobüs. Biri Radiohead’ten diğeri Travis’ten. Bilge evi ve işi arasının tek vasıta ile gidebilecek mesafede oluşuyla şanslı sayıldığı bir şehirde yaşıyor. Otobüse balık istifi şeklinde binince üzülemiyor bu yüzden. Eve gidecek ve günlük dertlerini unutacak. İnsanın hayattaki tek gayesi eve gitmek olmamalı. Otobüsün buzlu camına bakarken bunları düşünüyor. Bir de acıktı. Evde de bir şey yok; markete uğraması lazım.
Yine refleks olarak ineceği duraktan önce kırmızı tuşa basıyor, insanları yararak iniyor otobüsten. Yağmurun hala yağdığını görüp gülümsüyor. Bir marketin bir evin sokağına bakıyor. Marketi seçiyor. İlginç bir gurur duyuyor çünkü bu eve yemek söylemeyeceği anlamına da geliyor. Aferin kızıma.
Markete mekanik hareketlerle giriyor. Yine aynı mekanik hareketlerle biraz sebze meyve, abur cubur, su ve yoğurt alıyor. Yerli Malı Haftası’ından öğrendiği alışkanlığıyla son kullanma tarihlerini kontrol ediyor kasa kuyruğunda. Hepsininki birkaç ay sonra ama yoğurtta bir sorun var gibi. Cebinden telefonunu çıkarıp tarihe bakıyor. Göz bebekleri büyüyor, gördüğü şeye inanamıyor. Berrak bir gökyüzüne düşen yıldırımın ardından gelen fırtınaya benziyor zihni.
Bugün doğum günüymüş. Yıldırım anında elindeki sepet içindeki meyve sebze, abur cubur, su ve yoğurtla birlikte yere düşüyor. Bugün Bilge’nin doğum günüymüş ve kendisi dahil kimse bilmiyor.
Heykele, taşa kesiyor aniden Bilge. Arkasındaki adam “İyi misiniz hanımefendi?” demese kendine gelemeyecek. O an değil yok olmak hiç var olmamış olmayı diliyor. İz bırakmadan kayıp gitmek istiyor. “İyiyim, bir şeyim yok.” diyor adama. Yerdekilere aldırış etmeden yarı koşar halde pastaların durduğu reyona gidiyor. “Şu.” diye gösteriyor parmağıyla pespembe bir pastayı. Bir de şarap kapıyor. Bilge beyaz şarap sever ama kimse bunu umursamıyor tıpkı doğum gününü umursamamaları gibi.
İleride sabit bir noktaya bakarak bekliyor kuyrukta. Acele ile ödüyor, elleri titriyor parayı uzatırken. Fiş almadan çıkıyor marketten. Yağmur dinmemiş, “Ağlayamam olmaz.” diye düşünüyor. Yutkunuyor bolca. Yere daha sert basıyor sokakta, daha hızlı nefes alıp veriyor. Her hareketiyle “Ben varım, buradayım; beni fark edin.” demeye çalışıyor sanki. Yok olamayacağını bilince bari tam var olayım diye düşünüyor olmalı. Seni fark etmeleri de var olmanı sağlamayacak ki güzel kızım. Keşke bilsen.
Asansör beklemek merdiven çıkmaktan daha zor geliyor. Mantıklı karar verme sınırını aştı çoktan. Üç katı nasıl çıktı kendisi de anlamıyor. Anahtarı deliğe sokmakta zorlanıyor ama beceriyor sonunda. Ayaklarını sürüyerek mutfağa geliyor; yutkunacak gücü kalmadı ama hala ağlamamakta diretiyor. Tirbuşonu çekmeceden alıp şarabı açana, bir çatal bulup pastaya yumulana dek tutuyor kendini. Yağmura hakaret olur diye ıslatmadığı göz yaşları masayı ıslatıp şarap ve pastanın tadına karışıyor şimdi, lensleri gözlerine batıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

iki kabus.

bir. elli yaşındayım. otuzlarımın başında, sırf  yalnız kalmamak için makul bulduğum bir adamla evlenmişim. adam kel ve göbekli ama benim se...