29 Eylül 2018 Cumartesi

güz gölgesi.











Kalkar, yatıp kalmaz öyle çok. 
İlk işi su içmektir; eski alışkanlığı. 
Kalkar, dolaşır.
 İki insan sever; bazen de kedileri.
 O an sevecek ne varsa işte; ağaçlar mı çiçekler mi yazdan kalma güz günleri mi yere saçılmış ve üstüne basılmasını bekleyen yapraklar mı... 
Ne olursa onu sever. 

Oradadır onlar; o sevsin diye vardırlar onun mahiyetinde.

Birkaç sokağı teper; bazılarını atlar.
Gezilecek sokaklar önemlidir.
Anlatılmayan güzler, gülmeyen gözler ve söylenmenin köşesinden dönülmüş sözler...

Kuş mu şu üstümüzden geçen?

Tutmadığı sözleri düşünür sık sık.
Kırdığı kalpleri, aniden bastıran akşamüstlerini ve sırf kalbi kırılsın diye gittiği insanları...
Ki onlar sevmeyi yarış sanırp madalyalar koyarlar; ne acı.

Çok acı hem de.


Kaçar, korkar ve gider sonra.
Acı vardır oradadır.
Sırt çantasında, ayakkabısında, otobüs biletlerinde ve dinlenme tesisi soğuğunda...
Göz kapaklarında ve kaburgalarında tek tek...

Acı, hissedilir.


O olmasa kim sular yaseminleri?
Gecenin kırbacına kim dayanır?
Güzün kırılganlığı ile kim baş eder?
Soğuk ve yalnız
Çaresiz ve başıboş olmayı
-kim göze alabilir?
Kim katlanır dünyaya?

"Ah be dünyacım, senin de işin zor?"
Kim diyebilir?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

iki kabus.

bir. elli yaşındayım. otuzlarımın başında, sırf  yalnız kalmamak için makul bulduğum bir adamla evlenmişim. adam kel ve göbekli ama benim se...