24 Şubat 2018 Cumartesi

Uçmak Üzerine Denemeler






Puslu, gri gökyüzüne baktı. Bir kuş sürüsü acele acele uçuyordu. Belli bir göçün tatlı telaşıydı bu. Günlerden ağustos sonu. Kuşlar mı cezbetti de baktı gökyüzüne yoksa o baktığı için mi göçüyordu kuşlar; bilemedi. Kuşlar mı sokuyordu aklına bu fikirleri; onu da pas geçti. Ama kafasının içinde bir kuş yuvası olması fikri de onu mutlu etmişti.

"Beni de alın aranıza!" diye bağırdı. İçinden. Öyle kendi kendine konuşana deli denirdi. "Dünya dev bir tımarhane olsaydı keşke..." diye düşündü. O zaman uçmak da kendi kendine konuşmak da mümkün olurdu. Mümkün olmasa bile bundan bahsedecek kadar özgür olunurdu. Herkes delirince gelecekti gerçek özgürlük... Akıllarını özgür bırakanlar onlardı çünkü. O akıllılar çoğu şeyi düşünmenin aptalca olduğunu düşünüyor; işin garibi o şeyleri düşünenleri yadsıyıp, yadırgayıp yargılıyorlardı hatta içinde sadece yaşamaya yeten kutulara kapatıyorlardı. Kutuların düşünmeyi engellediğini düşünecek kadar akıllıydılar işte. Aferin onlara.

Aslında düşünmeyi reddettikleri için olmuyordu çoğu şey. Neyin olup neyin olmayacağını düşünmek onların hobisiydi sanki. Dediğim gibi bir şeyi düşünmezden evvel onun düşünmeye yatkın olup olmadığını sorguluyorlardı. Sonsuz şeyi kaçırıyorlardı böylece. Sonsuzlarca şeyi... Daha beteri kaçırdıklarına bakmadan kendilerini kainatın en zeki en bulunmaz varlığı sayıyorlardı. E çünkü onlarda bilinç vardı ya canım. Ne halta yarıyorsa artık... Ki onu da kendileri tanımlamıştı.

 İnsanın bu ikiyüzlü, cahil kendini beğenmişliğini düşündükçe midesi bulandı. Geçsin diye güzel şeyler düşünmeye çalıştı. Gökyüzüne baktı tekrar. Kuşlar oradaydı hala. Sanki onu çağırıyorlardı. Kuşların hizasında başka bir şey daha dikkatini çekti. Bir çatı. "Neden olmasın?" diye düşündü. Gayet sıradan bir iş yapar gibi girdi binaya; merdivenleri çıkarken heyecanlıydı. Dört yüz elli altı basamak sonra çatıya ulaşmıştı.

Birkaç denemesi olmuştu. Uçmak konusunda yani. Kendi kendine konuşmak konusunda da olmuştu ama deli deyip geçmişlerdi neyse ki. Akıllılar hataları bulmaya, onları tanımlamaya bayılırlardı ama iş hata olarak gördükleri şeyleri düzeltmeye geldiğinde sorumluluğu daha mükemmel mahluklara teslim ederlerdi. Bir Tanrıya ya da devlete falan... Aksiyon oluşturacak çok istisnai bir durum yoksa tabii.

Uçmaya çalışmak akıllı insanların bile çok kıymetli zamanlarını ayırıp ilgilenmeye başlayacakları bir konuydu. Aklınızdaki pusları gidermek için açıklayayım. "Uçmaya çalışmak" fikri değildi ilgilerini çeken; "uçmaya çalışan insan"dı hatta belki de o insanın çaesizliğiydi. Hatta ve hatta kendileri bu denli çaresiz olmadıkları için kendilerini mutlu hissetme fikriydi. Her konuda sidik yarıştırmaya bayıldıklarını söylememe gerek yok sanırım. Her şeyi puanlayıp sıralayabilirler; renkler, duygular, kitaplar, müzik, her şeyi ama her şeyi....


Uçmayı biraz da bu yüzden istiyordu. Bir ispinoza "Merhaba." demenin nasıl olacağını da merak etmiyor değildi ama bu akıllılar sürüsünden de çok sıkılmıştı. Bulutlardan yastık yapılabileceğini göstermek istiyordu o ukala dümbeleklerine. Bu yüzden çıktı o çatıya. Onu gören akıllılar doluştu aşağıya. Hiçbir şey söylemeden baktılar ona ama "atlamasını" istedikleri belliydi. Çünkü itiraz etmemek de kabulleniştir. İtiraz hem sesli hem sessiz kabullenişe karşı durur. 2 - 1. Hayatın bizimle ettiği alaylardan biri sadece.

Ona "Atlama." demediler. Zaten deseler de bir anlamı olmayacaktı çünkü o oraya atlamaya değil uçmaya çıkmıştı. Uçacaktı.

Hazır hissetmeyi bekledi. Zihninin her köşesini bu fikirle doldurmayı bekledi. Onun yerinde bir başkası olsaydı insanlarla vedalaşır, konuşmalar yapardı. O, bu kadar önemsemiyordu kendini. Havada süzülmek yetecekti ona.


Usulca bıraktı kendini. Havada süzüldü birkaç saniye. Bir serçe ilk uçuşunda ne hissediyorsa onu hissetti tam olarak. "Bunun tadını bilmiyorlar; bilseler onlar da böyle yapmazdı." diye düşündü. Affetti onları.

Ona bakanların tek gördüğü ise yerde yatan ölü bir bedendi. "Vah vah, yazık olmuş." deyip kendi kafalarındaki hanelerine bir puan daha eklediler. Sonra onunla ne yapacaklarını bilemeyip bazı devlet adamlarına haber verdiler.

Devletin adamları geldi; ceset dedikleri bedeni alıp götürdüler evsizler mezarlığında yer kalmış olmasını umarak.

Yüzünü sedyeye koyunca fark ettiler. Gülümsüyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

iki kabus.

bir. elli yaşındayım. otuzlarımın başında, sırf  yalnız kalmamak için makul bulduğum bir adamla evlenmişim. adam kel ve göbekli ama benim se...