3 Ocak 2018 Çarşamba

Kırmızı Başlıklı Kız

Jacob Grimm o sabah biraz ekmek, biraz bira ve birkaç öteberi almak için sokağa çıktı. Az ilerideki terzinin camekanında çok güzel kırmızı bir pelerin ve bir başlık gördü. Camın önünde bir kız çocuğu hayranlıkla pelerini izliyor “Onu bana alalım mı anne? Ne olur? Lütfen, lütfen, lütfen…” diye o pelerini alamayacağı üstünden başından bile anlaşılan annesine yalvarıyordu. Annesi yavaşça “Hayır bir tanem.” dedi. “Sana bunu almayı ben de çok isterdim ama paramız yok, turtalarımızı bile satamadık şimdi büyükannenin yanına gitmeliyiz. Eğer satabilseydik terziden artan kumaşları alır ve aynısını dikerdim sana.” Küçük kız mahsunlaşıp boynunu büktü. “Tamam.” bile demedi çünkü bazen konuşmaya gerek bile yoktur.
Bu sahneyi gören Jacob’un kalbi sızladı. Hayır sevgili okuyucu o pelerini Jacob da alamazdı. Hikayelerini bir dergide zar zor bastırıyordu evin geçimi neredeyse küçük kardeşinin üstündeydi.
Eve düşünceli bir şekilde girdi, eşikten geçerken hep zor zamanlarda yanan o ampül yandı kafasında. O kıza bir hediye verecekti.
Biraz süt ısıttı masanın başına geçti ve yazmaya başladı.
Bir varmış bir yokmuş. Geçmişte değil tam da bu zamanlarda hatta belki de az önce tam da gözümüzün önünde sadece kırmızı bir pelerin isteyen küçük bir kız çocuğu varmış. Parası olanlar onu görmez, görenlerin de parası olmazmış. Bu Dünya böyle bir yermiş işte dostlarım. Küçük bir kız bir pelerini bile çok görürmüş…
“Olmadı.” diye düşündü Jacob. Ona bu hikayeyi hediye edeceksem güzel bir şeyler yazmalıyım. Gerçeğin acısını iyi bir hikaye unutturur ancak. Derken aklına başka bir hikaye geldi ve yazmaya başladı.
Bir varmış bir de yokmuş. Çok eski zamanların birinde dünyalar güzeli bir kız yaşarmış. Ormanda annesiyle yaşayan bu kızın en sevdiği kıyafeti kırmızı pelerini ve şapkasıymış. Kırmızı Pelerinli Kız bir gün ormana mantar toplamak için evden çıktığında…
“Hayır!” diye kafasına vurdu Jacob. “Bu mu yapabildiğinin en iyisi? Aptal bir kız ormana mantar toplamaya gidiyor. Ee? Düşün Jacob. Bundan fazlasısın sen.”
Kalktı. Yağmurlu sokağı seyretti. Odada bir iki dolaştı. Sakalını sıvazlayarak “Bu hikayenin bir derinliği olmalı.” dedi. Birden aklına sabahki görüntü geldi. “Turta!” diye bağırdı. Ve tekrar masasının başına geçti. Yazmaya başladı.
Evvel zaman içinde ülkemizde çok akıllı bir kız yaşarmış. Öyle akıllıymış ki annesinin bir dediğini iki etmezmiş. Bir gün annesi ona artık büyüdüğünü yaptığı turtaları şehrin sonunda yaşayan büyük annesine tek başına götürebileceğini, o turtaları götürürken kendisinin de işe gideceğini söylemiş. Tüm tembihleri ettikten sonra da “Dikkatli ol kızım, sana güveniyorum.” demiş. Küçük kız artık büyüdüğünü hissetmiş ve çok sevinmiş. Üstelik bu onun ilk macerası olacakmış.
Hazırlanıp düşmüş yola. Ormandan geçerken kuşların şakımalarını duymuş Güzel sesiyle eşlik etmiş onlara. “Ne güzel uçuyorsunuz öyle.” deyip özenmiş kuşlara. Ormanda ilerledikçe takip ediliyormuş hissine kapılmış. Gerçekten de bir tilki tarafından takip ediliyormuş. Onun korktuğunu fark eden Tilki “Korkma!” demiş. “Bir yol arkadaşı arıyorum kendime sadece. Şehirdeki Tilkiler Konseyi için çıktım yola. Siz insanlar bizden daha çok öldürürsünüz birbirinizi ama çok korkarsınız bizden. Ne garip. Senin ne işin var orman yolunda, kayıp mı oldun yoksa?”
“Hayır.” demiş kız. “Büyükanneme turta götürüyorum. Elmalı turtayı çok sever ama yapamayacak kadar yaşlı ve şehrin sonunda oturuyor. Bense ona bunu götürecek kadar büyüdüm. Belki bir gün turta da yapabilirim. Sen de sever misin? Dilersen seninle paylaşabilirim.”
“Teşekkür ederim.” demiş Tilki. "Biliyor musun insanlar genelde korkarlar bizden. Bizden bir canavar gibi bahsederler oysa biz de bu doğanın bir parçasıyız. Bir sen varsın işte bir de yüz yıl kadar sonra kaprisli bir gül yetiştiren sarışın bir oğlan çocuğu…
“Anlamadım.” demiş kız. “Kim demiştin?”
“Boş ver.” demiş Tilki. “Bunu okuyanların da bir kısmı anladı zaten.”
Böyle böyle şehre kadar gelmişler. Ana caddeden geçerken durmuş aniden kız. Çünkü onu görmüş. Kıpkırmızı bir pelerin. Üstelik şapkası da varmış. Ancak parası yokmuş tabii ki. Hüzünlü hüzünlü iç çekerken Tilki’nin aklına bir fikir gelmiş. Kıza dönüp “Haydi sen şarkı söyle ben de dans edeyim. Dans eden bir tilki şehirlilerin ilgisini çekecektir eminim.” demiş. Dediği gibi de olmuş. Kısacık zamanda pelerini alacak paraları olmuş. Kız onu Tilkiler Konseyi’ne bırakırken kocaman sarılmış ve “Çok teşekkür ederim, her şey için…” demiş. Tilki rica etmiş…
Kapının sesi yüzünden durdu Jacob. Gelen kardeşi Wilhem’dı. “Merhaba abi, ne yazıyorsun yine?” diyerek merakla yanına geldi. “Bugün yeni bir masal düşündüm.” dedi Jacob. Kağıtları Wilhem’a uzattı.
Wiilhem odayı turlayarak şöyle bir okudu ve yüzünü buruşturup “Olmamış bu abi.” dedi. “Basılmasına gerek yok.” diye karşılık verdi Jacob. “Onu birine hediye edeceğim.”
“Hayır!” dedi Wilhem. “Büroda bütün gün canım çıkıyor. Bu evin geçimi için sen de bir şeyler yapmalısın artık. Yayınevi olan bir dostum var ona hikayeden bahsedeceğim ama önce üstünden geçmemiz lazım…”
“Nasıl yani?” dedi Jacob. “Daha iyi bir fikrin mi var? Karakterler…”
“Evet!” diye lafını böldü Wilhem. Bu kız büyükannesine turta götürsün ama Tilki onun için bir tehlike arz etmeli. İnsanlar çocuklarına bu günlerde yapmayacakları ve yapacakları şeyleri anlatmak için masal okuyor yalnızca abi. Bunu hala anlamadın. Masalı öyle bir değiştirelim ki kız çocukları ormana tek başına gitmesin. Mutlu sonla bitmeli tabii; Belki sonunu askerlere yarandırarak yazabiliriz. Böylece üniversitedeki yerim sağlamlaşırdı."
Jacob kafasını ellerinin arasına aldı. “Hayır!” dedi. “Ben bunu bir kız için yazdım ve masal onun, ben ölünceye dek bu masala dokunmayacaksın!”
Abisi öldükten sonra zorda kalınca bir editörle anlaşıp masalı eğip bükerek yeniden yazdı Wilhem. Hayatı boyunca da tilkilerden korktu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

iki kabus.

bir. elli yaşındayım. otuzlarımın başında, sırf  yalnız kalmamak için makul bulduğum bir adamla evlenmişim. adam kel ve göbekli ama benim se...